Sevdiğin İşi Yap
Herkesin verdiği en güzel öğütlerden biri “Sevdiğin İşi Yap” demek. Çok güzel ve çok masum görünüyor, insanın içini açıyor. Ama sevdiği veya sevmediği işi, neyi yaparsa yapsın daha önemli olan emeğin karşılığını alabilmek değil midir? Sevilen işlerde çalışanları düşünelim. Reklam ajanslarında kan ter içinde her yere koşturan stajyerler, kadroya girebilmek için üniversitenin her işine koşturan lisans veya doktora öğrencileri, vakit bulup evlerine gidemeyen özel okul öğretmenleri, medya-sanat-yaratıcılık gibi “çok zevkli” iş kollarında kıt kanaat geçinenler acaba işlerini sevdikleri için mutlular mı? Yoksa bu söz bir aldatmaca mı?
Ya Sevilmeyen İşler
Sorunun bir de öbür yüzü var. Sevilmeyen ama yapılması zorunlu işler vardır. Örneğin bir otelde bavullar taşınmalı, bulaşıklar yıkanmalı, çarşaflar yıkanıp ütülenmelidir. Bu işleri yapanlar emeklerinin karşılığını alıyorlarsa (ki pek olanağı yoktur) işi sevip sevmediklerini fazla düşünürler mi? İnsanların nasıl mutlu olacaklarını parasızlıkla öğrenmeye ihtiyaçları yok. Ücret ve sosyal haklar bakımından çalışmasının karşılığını alan insanlar, yaptıkları işleri sevsinler veya sevmesinler, kendilerine, ailelerine, ilgi alanlarına zaman ayırarak da mutlu olabilirler. Toplumda yeniden konuşulmaya başlanan bu fikirlerin savunucuları gittikçe artıyor. Sevdiğin işi yap sözüne karşı çıkanlar dünyadaki bütün kötülüklerin birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başladığına inanıyorlar.